DOLAR 42,2102 0,27%
EURO 48,7865 0,49%
ALTIN 5.433,120,00
BITCOIN 44058212.03887%
Gaziantep
21°

PARÇALI AZ BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

Mehmet Yont

Mehmet Yont

31 Ekim 2025 Cuma

Bir şey olmuyorsa ZORLAMA!

Bir şey olmuyorsa ZORLAMA!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yarım kalan hiçbir şey yoktur! Tam olmuştur da, sen bitti sanırsın… Tamamlanmıştır da, sen yarım kaldı sanırsın… Hayat, bir sürü hikayenin toplamı değil midir sonuçta? Yarım kaldığını düşündüğün ne hikayen varsa, hepsini bir düşün!… Gerçekten yarım mı kalmış o düş? “Ama bu böyle bitmemeliydi, bu böyle yarım kalmayacaktı”, dediğin hikayelerine dikkatle bir bak! Doğru mu bu fikrin? Doğru mu bu zannın? Hikayeyi devam ettirme ve tamamlama fikri, senin hayalin ve zorlaman olabilir mi, bir bak! Buna mı inandırmışsın yoksa kendini, iyice bir düşün!… Bir tencere yemeği bir oturuşta yiyebilir misin? Yoksa yiyebileceğin kadarını mı yersin? Tencerenin bitip bitmemiş olması mıdır yoksa doyduğuna ölçüt? O zaman yarım, neyin yarımı olur? Ölçütün nedir burada? Yarım kalan hiçbir şey yoktur! Tam olmuştur da, sen bitti sanırsın… Tamamlanmıştır da, sen yarım kaldı sanırsın… Allah bir kapıyı kapatır, bin kapıyı açar. Burada anlatılmak istenen de bu değil midir? Kapanan kapı, tamamlanmışlığın sembolü iken, açılmaz mı bini yeniye…Kapanan kapı, tamamlanmışlığın ifadesiyse, bitti diye ah ü zârımız niye? O kadardır işte o hikaye!… Hep söylemez miyiz, her şeyde vardır bir hayır, diye… Her hikaye özeldir kendine… Her hikaye benzerdir birbirine… Aldığın hisse ise, sermaye!… Hikayelerimizin benzerliğine dair işte çok kıymetli bir hikaye: M.Ö. 400-500’lü yılların Hindistan’ında Kisa Gotami adında genç bir kadın yaşarmış. O zamanların en varlıklı ve güçlü adamlarından biriyle evlendikten kısa bir süre sonra bir oğlan bebek dünyaya getirmiş. Fakat bebeği, yakalandığı bir hastalığa yenik düşüp ölmüş. Kisa Gotami, bebeğinin ölümünü bir türlü kabul edemiyormuş. Acı içerisinde bir komşusundan diğerine koşuyor, oğlunu geri getirecek bir yol, bir mucize bulmaya çalışıyormuş. Fakat kimse ona yardım edemiyormuş. Günlerden bir gün, bir komşusu ona Buda’ya gitmesini, ondan yardım istemesini, çünkü
Buda’da oğlunu geri getirebilecek bir ilaç olabileceğini söylemiş. Kisa Gotami, gözyaşları içerisinde Buda’ya çok acı çektiğini ve oğlunu geri getirebilmek için her şeyi yapmaya hazır olduğunu söylemiş. “Sana oğlunu getirmek için yardım edebilirim.” demiş Buda. “Bana bunun için bir avuç hardal tohumu getirmen lazım.” Kisa Gotami çok heyecanlanmış. “Hemen getireceğim!” demiş. Ve tam Buda’nın yanından ayrılmak üzereymiş ki, Buda eklemiş, “Yalnız bu hardal tohumunu hiçbir çocuğun, eşin, ebeveynin ya da arkadaşın ölmediği, ölümün, acının bilinmediği bir evin bahçesinden alman gerekiyor!” Yalnız olmadığımıza dair bu hikaye hepimize şifa olsun…
Her neyse o şey, tamam olmuştur aslında… Zorlama!… MEHMET YONT

Devamını Oku

Esnaf deyip geçmeyin

Esnaf deyip geçmeyin
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bayramda gezemezler, tatile gidemezler, düğüne gidemezler, yeni yıla giremezler, hasta yatamazlar, surat asamazlar, dükkândan çıkamazlar, parası çıkışmayanı kıramazlar, veresiye isteyeni geri çevirmezler, hata yapamazlar; yapsalar dahi dükkânlarını akıllarından çıkaramazlar. Ne zor değil mi esnaf olmak, ne büyük fedakârlık. Bir o kadar da dünyadaki yapı değişikliği ve sermaye gücünün değişimi ile beraber ayakta kalma çabalarını da üzerine koyduğumuzda; belki de pek çok iş kesiminden bile daha fazla zor durumda olan iş insanları topluluğu, esnaflar.
Birçok esnaf, kendisi seçmemiştir bu işi; babadan kalınca hayır diyememiş ve sürdürmek için çabalamıştır. Çünkü evin büyükleri yaşlandıkça, geçimlerini sürdürmek için onlara daha fazla ihtiyaçları olduğunu da gördüklerinden ellerini çekememişlerdir ebeveynlerinin üzerinden. Ve tüm yaşam hayallerini de o dükkâna sığdırmak zorunda kalmıştır birçoğu.
Bugünlerde esnafımız pek daha dertli. Esnafı öylesine düşündürür hale geldi ki, işin içinden nasıl çıkacaklarını bilemez durumdalar. Geçtiğimiz gün açıklanan destek paketi de mi esnafı rahatlatmadı acaba diye soranlar vardır şüphesiz. Değerlendirelim birlikte.
Bugün belki alışılagelmiş olduğu gibi, dış ticarete dair bir şey söylemedim; ancak ticaretin önemli bir dinamosunu oluşturan perakendeciler, restoranlar, kafeteryalar ve elbette küçük esnaf olarak tabir ettiğimiz tüm sektörlerin bu dönemde önemli bir desteğe ihtiyaç duyduklarını, devletin bu dönemde kendisini çok daha fazla göstermesi gerektiğini ve varlığını hissettirmesini; biz vatandaşların da aynı şekilde daha duyarlı davranmamız gerektiğini duyurmaya katkı sağlamaya çalıştım. Esnaf; geleneklerimizde var olan ve ticaretin çok önemli yapı taşlarından. Bu dönemi en az hasarla atlatması gereken belki de en mühim kitlenin başında geliyor. Ha gayret, biraz daha gayret derken; onlara gerekli enerji ve desteği vererek bunu istemeliyiz.
Zaten esnaflarımız, her zaman olduğu gibi yine kendilerine düşen fedakârlığı fazlası ile yerine getirdiler ve getirmeyi sürdürüyorlar. İyi ki varsınız. MEHMET YONT

Devamını Oku

SABREDEN DERVİŞ

SABREDEN DERVİŞ
0

BEĞENDİM

ABONE OL


Nörobilimcilerin yaptığı açıklamaya göre; sessiz kalmak, beklemek, durmak; yani sabretmek, frontal lobu geliştiriyormuş… Uzun yıllar süren bu deneyde, 4-11 yaşları aralığındaki çocukların önüne, çok aç oldukları bir vakitte, çikolata ve bunun gibi, hayır diyemeyecekleri şeyler konulmuş… “Bunları şimdi yemez, beklerseniz, daha sonra daha güzelleri ve daha çoğu verilecek.” denmiş… Bu çocukların istedikleri şey karşısında “bekleyebilme, durabilme, sakin kalabilme; sabretme yetilerinin takibi yapılmış… Yiyen de olmuş, bekleyip yemeyen de… Bekleyip yemeyenlerin; yani sabredenlerin; yani daha iyisinin verileceğine güvenenlerin, frontal lobunun zamanla daha iyi geliştiği; daha zeki oldukları ve hatta hayat içinde diğer gruba göre daha başarılı seçimler yaptıkları tespit edilmiş. Frontal lobu gelişmemiş insanlarda dikkat eksikliği, hiperaktivite, odaklanma sorunları görülür… İleri yaşlarda alzaimera kadar giden yolu var… Bağımlılıklar da bu bölgenin gelişmemesine bağlı olarak var olmakta… Sabreden derviş muradına ermiş… Tekkeyi bekleyen derviş çorbayı içermiş… Sabrın sonu selamettir… Allah sabredenlerle beraberdir… Farkında olmasak bize cevaplar çoktan verilmiş… Sabır, beklemek demek; ama bekleyip bekleyip sonunda patlamak demek değil… Sabretmek, duygular arasında savrulmak değil… “Bekliyorum; ama göreceğiz bakalım sonunu!” beklemesi değil… Sabretmek kurban olmak değil… Kısacası, beklediğini, sabrettiğini “sanmak” hiç değil!… Sabır “ilâhî güç” tarafından desteklendiğinin eminliğinde olmaktır… İşte tam bu yüzden “rahat olmak”tır… Sabır, teslim olmaktır bir başka ifadeyle… Sebretmek, çok arzulamana rağmen olmaması karşısında da isyan etmeden kabullenebilme sanatıdır. Sabır, sanattır; sanatın da sabrın ürünü olması gibi… Sabır da, sanat da ince işçiliği gerektirir… İncelik hamlıktan kurtulmaktır!… Ham mermer sanat eseri değilken; o ham mermerden yapılan Michelangelo heykeli sanattır… Ne demiştir, “Nasıl yaptınız bu heykeli?” diye sorduklarında Michelangelo: “Fazlalıklarını attım!” Sabır da, dilinden gereksiz sözü atar, bedeninden gereksiz hareketi atar, boğazından gereksiz sesi atar… Şiddet kalmaz, kalp kırmak olmaz… Çığlık ise derine gider ve o noktada seni yakar elbette; ama olgunlaştırır… Hep demezler mi en zorlandığın yer, en çok ihtiyacın olan gelişmeyi sağlayacağın yerdir… En karanlık an, aydınlığın başlayacağı andır… Zorlandığı anda gelişmeye başlar kas… Bedenen de, zihnen de aynı durum geçerlidir; çünkü beyin kas gibi çalışır… Yeni bir şey öğrenirken zannedersin ve hissedersin ki, beynin yanar… Yandığın an, sabrın meyvesi, beklediğin tekkenin çorbasıdır… Tabii ki bu hâl, her daim ve her şeyde olmalı… Bir öğünde doyunca bir sonraki öğünde karnının yeniden açıkması gibi… Sabır, geliştiriyormuş insanın beynini ve de zekasını… Sadece seyretmek yorumsuzca kendini ve olan biteni… Derler ki; ağızdan çıkmadan önce sen sözün efendisisin, ağızdan çıktıktan sonra o senin efendindir!… Boğaz dokuz boğum… Dokuz kere yutkun onuncuda söyle!… Bir şeyi söylemeden önce nefes al da sakin biraz bekle… İster söyle, ister bekle… Beklediğin anda açılıyor içeriden bir kapı… Söz gümüş, sukût altın… Acele edersen her şey yerle yeksan… Bakmışsın ki işe karışmış şeytan!.. Unutmamak gerekir ki en çok sabredenler de peygamberlerdir… Peygambere ait hikâyelerde izletilir sabrın zirvesi ve bunun getirdiği olgunluk en temel derstir… Öyle bir sabırdır ki bu, en büyük kötülüğü yapana bile gönülden hidayete erişmesi için dua edebilecek kadar bir sabır… Sabret, hiç bir beklentiye girmeden ve o beklentini kontrol etmeden sabret…. Sabrın kendine yükselen bir merdiven olduğunu hatırla!… Sabır seni sana bağlayan bir tohum; yetiştiğinde zaten meyvesi senin; hatta bizzat sensin!…

MEHMET YONT

Devamını Oku

ÜRETİMİN ÖNEMİ

ÜRETİMİN ÖNEMİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL


Toprağın önemini kavrayan ülkeler, artan gıda talebinin karşılanmasını, çevre ve tarımın sürdürülebilir olmasını sağlamak için tarım politikalarını buna göre şekillendirmektedir. Gıda fiyatlarının önümüzdeki yıllarda daha da artacağı göz önünde bulundurulduğunda tarım sektörü daha da stratejik hâle gelecektir.
Pandemi döneminde dünyada ülkelerin ihracatlarına kısıtlamalar koyması, paranız olsa bile tarımsal ürünlere ulaşılamaması, yerli ve millî üretimin ne kadar hayati bir öneme sahip olduğunu tüm ülkelere göstermiştir. Bu nedenle, dünyada yaşanacak gıda krizleri birçok ülkede ulusal güvenlik sorunu oluşturacaktır. Ülkemizde böyle bir sorun yaşamak istemiyorsak Allah’ın bize bahşettiği bereketli Anadolu topraklarını korumak ve kollamak zorundayız. Bu verimli topraklarda üretmeye mecburuz.
Dünyada beklenen gıda krizlerine karşı, ülkemizin bu krizlerden etkilenmemesi ve ülke insanımızın yeterli gıdaya erişebilmesi için topraklarımızın korunması, imara açılarak kaybedilmemesi ülkemiz için hayati önem taşımaktadır.
Üreticilerimizin üretimden kopmaması için tüm önlemlerin alınması gerekmektedir. Pandemi nedeniyle ‘Evde Kal Türkiye’m’ sloganı elbette çok önemliydi. Lakin ‘Tarlada Kal Türkiye’m’ sloganı tüm zamanlar için çok daha önemlidir. Herkesin bu gerçeği asla unutmaması gerekir. Toprak yoksa üretim yok, üretim yoksa gıda yoktur, gıda yoksa dışa bağımlılık kaçınılmazdır.
Üreticilerimizin çok zengin ve köklü tarımsal üretim deneyimleri olduğu gerçeğinden hareketle, topraklarımızı koruyarak üzerinde verimli üretim gerçekleştirirsek dünyada beklenen gıda krizlerini fırsata çevirip, gıda ihracatımızı artırarak ciddi döviz geliri elde edebiliriz.
Ülkemiz topraklarının en önemli sorunları; erozyon, tuzluluk-çoraklaşma, tarım arazilerinin yanlış ve amaç dışı kullanımı, arazilerimizin küçük, parçalı, dağınık, çok hisseli olması ve toplulaştırmanın henüz bitirilememesidir.
Erozyon, uzun yıllar sonucu oluşmuş verimli toprakların kısa bir sürede elden çıkmasına neden olmaktadır. Dünyada aralarında ülkemizin de yer aldığı pek çok ülkede erozyon nedeniyle çölleşme tehlikesi bulunmaktadır.
Ülkemiz topraklarının yüzde 63’ünde şiddetli ve çok şiddetli, yüzde 20’sinde orta, yüzde 7’sinde ise hafif derecede erozyon görülmektedir. Topraklarımızın yüzde 90’ında görülen erozyon nedeniyle yılda 1,4 milyar ton toprak kaybedilmektedir. Bu kadar toprak, su ve rüzgâr etkisiyle taşınmaktadır. Yani her yıl Kıbrıs kadar bir toprağı kaybediyoruz ve buna engel olamıyoruz.
Erozyon, fiziki ve biyolojik çevreye etkileri yanında sosyo-ekonomik çevreye de zarar vermektedir. Tarım alanlarının azalması, çayır, mera alanlarının giderek daralması ve nüfusun artmasıyla birlikte tarımla uğraşan insanlar geçim sıkıntısı çekmekte ve göçe zorlanmaktadır.

Devamını Oku

SOSYAL ÇEVRE

SOSYAL ÇEVRE
0

BEĞENDİM

ABONE OL


Ben şunu gördüm, şahit olduğum yaşanmışlıklarda eğer kişisel gelişiminizi hayat boyu sürdüremezseniz, bir yerde yorulur ve vazgeçerseniz hayat sizi acımasız çarklarının arasına alıyor ve un ufak edene kadar parçalıyor ve geriye sizi siz yapan değerlerden hiçbir şey bırakmıyor. Bir yerlerde okumuştum ya da duymuştum çok net hatırlamıyorum diyordu ki eğer beyninizi geliştirmek için çaba harcamazsanız, zihinsel dünyanızı zenginleştirmek için beslemezseniz beyin hücreleri hayatta kalmak için kendi kendini yemeye başlar ve bir süre sonra düşünemeyen,sorgulamayan, topluma hiçbir katkısı olmayan, sıradan günlük aktiviteleri içinde kaybolmuş ki bazen onları bile yapamaz hale gelmiş ölü canlar olursunuz.Mutlu olmak için çok paralara ihtiyacınız yok, sabah uyandığınızda çok şükür yaşanacak bir günüm daha var deyip aynanın karşısına geçip dünyanın en güzel insanı benim, kendimi çok seviyorum demeniz bile o gün mutluluğu garantilediğinizin resmidir.
Düşünün ki hayatta tek başınasınız bir Aileniz yok yine de mutlu olmak için bir nedeniniz var siz kendiniz. Unutmayın sizden bu evrende sadece bir tane var, eşsizsiniz, özelsiniz, farklısınız tek başınıza bir değersiniz. Hak ettiğiniz güzellikleri yaşamak için kendinize yollar açın, Üniversite de Psikiyatri hocamız şöyle derdi; İnsanın Hayatın zorlukları ile güçlü bir şekilde mücadele edebilmesi için kaidesinin üçlü bir saç ayağı ile yaşama tutunması gerekir.
Nelerdir bunlar: Sizi destekleyen bir sosyal çevre, maddi ve manevi doyum sağlayacak severek yapacağınız bir meslek ve birlikte mutlu olduğunuz, sizi yormayan, değer veren, yanında huzur bulduğunuz bir sevdiğinizin olması. Eğer bu üç saç ayağının bir parçası eksik kalırsa sizde eksiksiniz demektir ve eğer mutlu, başarılı bir insan olmak istiyorsanız yaşamınızı denge üzerine kurun.
Maslow’un İhtiyaçlar hiyerarşisini duydunuz mu? Bir Piramit düşünün, temelinde Fizyolojik ihtiyaçlar(Nefes almak, yemek-içmek, uyku, cinsellik…) yani hayatta kalmak ve devamlılığı getirmek için olmazsa olmazlar, bunun üzerinde Güvenlik gereksinimi (Sağlık, Meslek, Etik, Mülkiyet güvenliği…), Ait olma, sevgi ya da sevecenlik gereksinimi(arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık…), Saygınlık gereksinimi (Kendine saygı, Toplumun saygısı, başkalarına saygı, güven, başarı…),Kendini gerçekleştirme gereksinimi (Erdem, yaratıcılık, Doğallık, ön yargısız olma, gerçeklerin kabulü, sorunları çözme başarısı…)
Bu Hiyerarşideki gereksinimler sırası ile karşılanmazsa yani karnını doyuramayan, güvende olmayan, Toplum tarafından desteklenmeyen, mutlu birliktelikler yaşayamayan bir insandan kitap okumasını, tiyatroya gitmesini, Edebiyat ve Sanat ile ilgilenmesini beklemek oldukça Ütopik bir yaklaşım olacaktır. Ama tüm bunları gerçekleştirmek, piramidinizi inşa etmekte sizin elinizde. Dışarı çıkın, insana, doğaya, yani hayata dokunun, mutlu olmak için nedenler yaratın, heyecanlanın, zevk alın, okuyun, sanatın herhangi bir dalı ile ilgilenin, gezin, görün, denizin dalga sesleri, martıların çığlıklarına, nergisin kokusuna kapılın gidin, kendinizi baştan yaratın, sevin önce kendinizi…
Ona iyi davranın, amaçlar edinin, acıları olan insanlara elinizi uzatın. Yedi ölümcül günahtan uzak durun, Kibir, nefret, öfke, kıskançlık, haset, tembellik, açgözlülük. Unutmayın olumsuz duygular önce sizi zehirler, benliğinizi kirletir insanlıktan çıkartır bambaşka bir şeye dönüştürür ve emin olun yüklendiğiniz negatif duygular yaşamınızda olan biten her şeyin tepetaklak tersine dönmesine, elinizde ne varsa tek tek kaybetmenize neden olur.
Aileniz, dostlarınız, sizi seven ve değer verenler uzaklaşır önce, sonra işinizi doğru düzgün yapamaz hale gelmeye başlarsınız, ciddi maddi kayıplar yaşarsınız ve en sonunda sağlığınız bozulmaya başlar. Sağlıklı düşünmez, olayları rasyonel değerlendiremez hale gelirsiniz, gerçeklik duygunuzu kaybedersiniz, insanlarla iletişim kabiliyetiniz kaybolur huzur yuvası zannettiğiniz cenaze evinizin kapı bekçisi olursunuz.
Ruh düşkünlüğünüz sizi dipsiz kuyuların en karanlığına hapseder ve elinizden tutup aydınlığa taşımaya çalışanların mücadelesini fark edemeyecek kadar zavallısınızdır artık. Kendinizi gerçekleştirme adımlarını tamamlayamayanların dünyayı değiştirmek, çevresini ışıtmak, kötülüklerle mücadele etmek gibi dertleri de olmaz.
Aristoteles’in deyişiyle insanın bir işi vardır ve bu iş, sadece ‘Yaşamak’ değildir. İnsanın işi, ona özgü bir yaşam, yani akılla bağlantılı bir ‘Eylem Yaşamı’ sürmektir. Çoğalın ve çoğaltın Değişin ve değiştirin . MEHMET YONT

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.